29 Kasım 2020 Pazar

SİHİRLİ SAYILAR: Hannah Fry'in Gizemli Matematik Dünyası-Tanrı Olarak Sayılar

 


    Belgesel İngiliz matematikçi Hannah Fry'ın öncülüğünde ve diğer matematikçilerle sayıların gizemini anlamaya dayalı bir belgeseldir. Bu belgesel 3 bölümden oluşmakta. Bugün sihirli sayılar belgeselinin birinci bölümü hakkında izlenimlerimi sizlerle paylaşacağım.


    Aslında bir çok insan matematiği evrenin altında yatan bir dil olarak tanımlamıştır. Fakat bu durum günümüzdeki duruma nasıl geldi? Yıllar geçse de bu soru hala tartışılıyor. Matematiğin gerçekte ne olduğu ya da nerden geldiği konusunda bir fikir sahibi değiliz. İcat edilmiş bir şey mi, yoksa keşfettiğimiz bir şey mi?


    Matematik, modern dünyamızdaki hemen hemen her şeyin temelini oluşturur. Bilgisayar, insan biyolojisi, üniversitelerde ve daha bir çok yerde kullanılmaktadır. Belgeselde genel olarak sayıların öneminden bahsedilmekte ve birince bölüm çerçevesinde Antik Yunandaki matematik ve matematikçilerden bahsetmektir. 

  • Matematik nereden geliyor?
  • Sayılar nerede yaşıyor?
  • Matematik sadece bizim zihnimizde mi?
  • Matematik bizim hayal ya da akıl gücümüz mü?
  • Eğer evrenin sırrı keşfedildiyse, sırları nasıl ortaya çıkarabiliriz?
  • Eğer icat edildiyse ve zihnimizin içindeyse insan beyni ne kadarını alabilir?
  • Ve asıl soru; matematik keşfedildi mi yoksa icat mı edildi?

    Doğada var olan bir çok şey de matematiğe şahit olabiliriz. Nautilus kabuğu, kabuğun içinde yaşayan canlının büyümesine bağlı olarak içinde yaşadığı kabuğa bir şekil verir. Bu kabuktaki kıvrımlar ölçüldüğünde görülmektedir ki ölçüm tarafına göre her defasında yaklaşık aynı katla büyümektedir. 


    
Çiçeklere bakacak olursak farklı bir çok çiçek olduğunu görürüz. Her çiçeğinde farklı yaprak sayıları bulunmaktadır. Daha dikkatli incelediğimizde çiçekler üzerindeki yaprak sayılarının bize Fibonacci sayılarını verdiğini görürüz.


    Belgeselde Antik Yunan zamanındaki matematikten bahsedilmektedir. Zamanın matematikçilerin fikirleri ve ortaya koyduğu veriler belgeselde paylaşılmaktadır. 

    İnsani duyguların ötesinde gerçekten de evren matematiği biliyor gibi davranmaktadır. Bitkilerde, denizlerde hatta virüslerde bile bu kalıplara rastlıyoruz. Matematikten öğreneceğimiz daha çok şey var.

    Belgeselin diğer bölümleri için yazılarımı ilerde paylaşmış olacağım. Burada yeniden buluşmak üzere...❤

28 Kasım 2020 Cumartesi

SALGIN İÇİN MATEMATİKSEL MODEL GELİŞTİRME


    Belgesel  2018 yılında Hannah Fry ve bir grup uzmanlarla birlikte Birleşik Krallıkta çekilen bir belgesel filmidir. Belgeselin konusu grip virüsünün mutasyona uğraması ve farklı zamanlarda pandemiye yol açıp çoklu ölümlere neden olması ile başlamış. Araştırmalara göre yaşam boyunca grip virüsünün mutasyona uğraması sonucu çeşitli salgınların ortaya çıkması kaçınılmaz. Belgeselde de bir uygulama üzerinden yapay olarak virüsün oluştuğu ve yayıldığı varsayılıp buradan edilecek sonuçlarla gelecekte çıkacak, çıkabilecek virüslere karşı hazırlık yapılması ve önlem alınmasını sağlamak. Görüyoruz ki düşüncelerinde çok haklılarmış. Belgeselin çekilmesinden yalnızca 2 yıl sonra hatta daha az bir süre sonra böyle bir şey gerçekleşti ve durum hiç de iç açıcı değil. Acaba belgesel de elde edilen veriler sonucunda bu konu için hazırlık yapılmış mıydı? Ya da durumun bu kadar ciddi olabileceğinin farkında olan kaç kişi vardı? Şahsım adıma bunu zamanında yeni yayınlandığında izleseydim kavrayamazdım. Ancak şu anki mevcut konumdayken her şey çok daha açık :(



    Dünya birçok kez salgınlarla yüzleşmiş ve her zaman için bunların tekrarlama olasılığı bulunmakta. Belgeseldeki araştırmacılar, ölümcül bir virüs salgınının Birleşik Krallığı nasıl vuracağını ön görmek adına bir akıllı telefon uygulamasıyla araştırıyorlar.


    İnsanlara son yüzyılda en çok insan öldüren felaket nedir? diye sorulmuş ancak kimseden doğru cevabı alamamışlar. Genellikle bu sorunun cevabının savaşlar ve doğal afetler olduğu düşünülmüş. Ancak doğrusu şu ki bu felaket gözle dahi göremediğimiz bir grip virüsü. İspanyol gribi tam 100 milyon kişinin ölümüne neden olmuştur

    Araştırma başlangıcında yapılacak ilk adımlar belirlenmiş. Bir telefon uygulaması üzerinden elde edilen verilerle matematiksel hesaplamalar yapıp virüsün yayılmasıyla ilgili öngörüde bulunmak. Bu uygulamayı kullanan kişilerden yalnızca yaş ve cinsiyeti istenilecekti. Ve eğer en az 10 bin kişinin bu uygulamayı kullanması sağlanırsa genel bir kanıya varmak daha doğru olacaktır. Bu ulusal deney ülkede duyurulmuş ve uygulamayı telefonlarına indirmeleri istenmiş. Bu süreçte araştırılan ve düşünülen sorular genel olarak şunlardır:
  • Gerçek bir salgında ne gibi önlemler alınmalı? 
  • Mevsimsel grip ve salgın grip arasındaki fark ne?
  • Salgınlar nasıl oluşur?
  • Grip nasıl salgın bir hastalığa dönüşür?
  • Hastalık kişiden kişiye nasıl bulaşır?
  • Bir salgının hızla yayılması nasıl önleyebiliriz?
  • Süper yayıcılar neyi ifade eder?
  • Birini aşırı bulaşıcı yapan şey nedir? 
  •  Bilinmeyen bir virüs için aşı üretmek en az 4 ay zaman almaktadır. Peki bu süre zarfında aşı kaç kişiye yayılabilir?
  •  Grip virüsü ne kadar kolay yayılabiliyor?

     Araştırma genelinde bu soruların cevabı bulunmaya çalışılmaktadır.


    Yapılan bu araştırmaya tam 28.965 kişi katılmış yani uygulamayı kullanmış ve takip edilir durumdadır. Bu gereken minimum  kişi sayısından çok çok fazla. Bu da araştırma sonucu yapılacak matematiksel modellemede daha doğru sonuçlar verecektir. Araştırmanın sonucunda da yapılan hesaplamalarla 886 bin kişinin öleceği öngörülmektedir ve bu korkunç bir rakam. Günümüzdeki pandemi için bir için böyle bir sonuca hala ulaşılamadı ancak ulaşılabilir. Bu tamamen bundan sonraki alınacak önlemler ve aşının bulunacağı zamanla alakalı.

    Dünyada bir kaç yerde bu tehlikenin farkında olarak böyle bir felaket karşısında ölümü ve bulaşmayı  en aza indirecek çözümler bulunmaya çalışılıyor. Grip virüsü sürekli değişmektedir. Bu da her biri için yeni bir aşı gerekiyor demek. Ama artık grip virüsünün bazı parçalarının o kadar da kolay değişmediği biliniyor. Virüsün o sabit olan parçalarını hedef alarak bir aşı yapıla bilinirse salgın ortaya çıktığımda bir miktarda olsa korunma sağlanabilir. Bugün yaşadıklarımıza bakılırsa bu amaç henüz gerçekleştirilememiştir. Ancak covid-19 bitse bile yeni tip virüslerin her an çıkma ihtimali olduğundan bu amaç sonuca varırsa ilerle gerçekleşecek bir salgında bulaşma azaltılabilir ve daha az zararla atlatılabilir. Temennim yapılan çalışmaların sonuç vermesi. Çünkü şu anda yaşadığımız için biliyoruz ki bu durum çok can sıkıcı.

    Herkese sağlıklı günler...😷

 


 

8 Kasım 2020 Pazar

TÜRK OKÇULUĞUNUN SERÜVENİ HUNLAR




    Bugün bir önceki yazımın devamı olarak Türk Okçuluğunun Serüveni Hunlar ile devam edeceğim. Bu belgeseldeki akışta 1. bölümdeki gibi yayları incelemek, deney yapmak ve karşılaştırmalara yer vermek. Eğer Türk Okçuluk Serüveni Asurlar yazımı okumadıysanız öncelikle onu okumanızı tavsiye ederim. Haydi şimdi ayrıntılarına geçelim.👇


    Asya Hun İmparatorluğu, MÖ. 220 'lerde Orta Asya da hüküm süren bir Türk İmparatorluğudur. Hunların, Orta Asya'nın zorlu koşullarına uyum sağlamaları için ok atmayı iyi bilmeleri gerekiyordu. Bu hem aç kalmamak hem de düşmanlardan korunmak için gerekliydi. Bu yüzden Hunlar çocukluktan itibaren iyi bir atlı okçu olmak için eğitiliyorlardı. 


    Hunlar, İskit yaylarını geliştirmiş ve yaylara yapısal anlamda bir çok yenilik katmıştır. Bunlardan en önemlileri yay boyunu uzatmaları ve yayların 'M' şeklindeki yay formunu değiştirmeleridir. Belgeselde yapılan deneyde de Hun yayının, İskit yayından daha güçlü olduğu görülmüştür.


    Hunların, Kartal Savaşçıları olarak adlandırdığı bir savaşçı grupları vardı ve buradaki her birey atlı okçulukta ileri düzeyde iyiydiler. Bu gruba katılmak isteyen kişiler bir kaç aşamadan oluşan bir sınava tabii tutulur ve her seviyenin tamamlanmasını isterlerdi. Hunlar, Kartal Savaşçıları testinin her aşamasını küçük bir savaş provası olarak görüyorlardı. Bu nedenle sınavın tek bir aşamasını bile yapamadıkları taktirde bu gruba dahil olamıyorlardı. Ancak tüm aşamalar tamamlandığı taktirde Kartal Savaşçıları arasında yer edinebiliyorlardı. 


    Savaşlara büyük gruplar olarak katıldıklarından organize olmak tüm ordular için zordu. Hunlar, savaş sırasında organize olabilmek için ıslık oku tasarlamıştır. Bu okun ıslık çalar şekilde yapılmasının 2 nedeni vardı: 
Birincisi, liderler tarafından okçuların atış yapması gereken yönü göstermesi; ikincisi ise düşmanın yüreğine korku salmak.


    Hun kompozit yayı, hızlı ve atik Asya atları ve kusursuz bir askeri disiplini. Bu üç unsur Orta Asya'nın kalbinde bir araya geldi ve yenilmez bir Hun atlı okçuları ortaya çıktı. Bu öyle bir güçtü ki Antik dünyanın en iyi ordularını ağır bir sınavdan geçirmekteydi.
 
    Bugünkü yazımızın da sonuna geldik. 

    Unutmadan, bu belgeselin iki bölümden oluştuğunu söylemiştim. Doğrusu şu ki şuanda yayımlanmış iki bölümü bulunmakta. Belgesel çekimleri şuanda devam ediyor ve gelecekte yayımlanacak. İlgisini çekenler için TRT Belgesel TV ve youtube kanallarını takip edebilirsiniz. 
 
    Bugünkü yazımızın konu aldığı belgesele aşağıdaki  linkten ulaşabilirsiniz.  



6 Kasım 2020 Cuma

TÜRK OKÇULUĞUNUN SERÜVENİ ASURLAR

 


    Bugün, yapmaktan en çok zevk aldığım okçuluk hakkında yapılan bir belgeseli sizlerle paylaşacağım. Türk yapımı olan Türk Okçuluğunun Serüveni adlı belgesel; spor uzmanı, okçu, yay uzmanı ve tarihçilerden oluşan bir grupla çekilmiş, 2020 yılında izleyicilerle buluşturulmuştur. Belgesel yay teknolojisinin gelişimi üzerine bir araştırmadır. Bu belgesel Asurlar ve Hunlar olarak 2 bölümden oluşmaktadır. İlk olarak 1. bölüm olan Asurları sizlerle paylaşacağım.



    Öncelikle belgeselin genel akışını paylaşmak isterim. Yaylar dönemlere göre farklılık göstermektedir. İlk yay ve okun bulunmasından itibaren zamanla daha iyileri yapılmaya çalışılmıştır. Yapılan çalışmada ilk ok ve yaydan başlayıp bunun üzerinden türetilen yaylar ve okları inceleyip bu konu üzerinde testler yapmaktadırlar. Yapılan test: farklı yay ve oklar kullanılırken yapılan atışlar sonucu; atıcının vücut dayanıklılığı, yayların gücü, okun yaydan çıkış hızı, farklı ok uçlarının saplanma miktarları,  mesafeye göre saplanma miktarları hesaplanmış elde edilen veriler ışığında karşılaştırmalar yapılmıştır.

    İnsanlar var olduğundan beri beslenebilmek, barınabilmek ve düşmanlarından korunabilmek için bir takım şeylere ihtiyaç duymuştur. İlk insanlar yakınına yaklaşamadığı hayvanlar için mızrak kullanıyorlardı. Mızrak elle avlanmaya göre avantajlıydı. Ancak mızrağı fırlatma aşamasında geçen süre çoğu zaman avın kaçmasına neden olmaktaydı. Bunun üzerine yeni şeyler denemeye başladılar.


    İnsanlığın ateşten sonraki en büyük buluşu ok ve yay. İlk olarak nerede görüldüğü tam bilinmemekle birlikte İspanya da yapılan çalışmalarda mağara duvarlarında ok ve yayın bulunduğu çizimler görülmüş ve bunun MÖ. 18000'lerden kaldığı düşünülmektedir. 

   
    Yay öncelikle hayvanları avlamak için kullanılıyordu. Yay daha fazla yiyeceğe ulaşmayı ve dolaylı yoldan nüfus artışına neden olmuştur. Yayın gücü anlaşıldıktan sonra bu etkisi düşman üzerinde kullanılmaya başlandı. İnsanlar yayı geliştirirken elde etmek istedikleri sonuç oku en uzağa en etkili  şekilde fırlatmaktı. Savaş alanında bunu kim başarırsa düşmana karşı büyük avantaj sağlamaktaydı. 


    Yakın zamanda ülkemizde yapılan Yenikapı kazılarında MÖ. 7000'lere dayanan en eski yaylar literatüründe bir yay bulunmuştur.


    Asurlulardan kalan resimler sayesinde Asurlu mühendislerin yay teknolojisinde bir devrim yaptığı gözlemlenmiştir. Asurlular farklı malzemeler kullanarak daha güçlü ve kısa yay üretmeyi başarmışlardır. 
     İskitler (Türk) yaşadıkları dönemin en iyi okçularındandır. İskitlerin ürettiği yayların en önemli özelliği M harfi gibi olması ve oklarının kanca uçlu olmasıydı. Yayın şekli ve yapımından kaynaklı bu yaydan atılan ok daha fazla yol kat edebilmektedir. Hatta neredeyse diğer yayları  ikiye katlamıştır. Bu da savaş zamanında ciddi avantajlar doğurmaktaydı. İskitler savaş alanlarında getirdikleri yenilikler sayesinde durdurulamaz bir güç edinmişlerdir. Daha sonraları da atlı okçulukla hem hız kazandı hem de karşı tarafın sayıca üstünlüklerine rağmen başarı elde etmelerini sağladı.

    Buraya kadar belgeselin belli kısımlarına değinmeye çalıştım. Beğeneceğinizi umuyorum. 🙊              Ayrıntılarını merak edenler ve bu alanın meraklıları sizde  aşağıdaki linkten belgeselin tamamını izleyip öğrenebilirsiniz.

👉   https://youtu.be/Uqq58hrguvw

    Türk Okçuluğunun Serüveni 2. bölüm yazısında da görüşmek üzere. 😀




           

1 Kasım 2020 Pazar

FED UP (Tıka Basa)

 

    Fed Up (Tıka Basa), 2014 yılında beslenme ve obeziteyi konu alan Amerikan yapımı bir belgesel filmidir. Belgeselde; Amerikan yiyecek endüstrisinin insan sağlığı üzerindeki etkileri, çocuk yaşta obezite problemleri, uzman doktorlar tarafından beslenmenin geçmişi ve şimdiki durumu hakkındaki karşılaştırmalara yer verilmiştir. İtiraf etmeliyim ki izlerken dehşete düştüm. Gıda endüstrisinin maddi kazanç uğruna insan sağlığına bu denli zarar verdiğini izlemek korkunç! 


    Bugünkü konu, zamanın en büyük salgını obezite! Uzmanlar yemek bağımlılığının sigaradan daha kötü olduğu kanısında. Obezite gittikçe artmakta ve artmaya devam etmektedir. Obezite; diyabet, metabolik sendrom, hipertansiyon, felç, kalp krizi gibi birçok sağlık probleminin asıl sebebidir. Öyle ki artık obeziteden ölenlerin sayısı, açlıktan ölenlerden fazla durumdadır. 

    Geçmişte yiyeceklerde yağ oranları çok fazlaydı ve bu sağlık problemlerine yol açıyordu. Gıda endüstrisi de bunu kabul etmediklerini söylüyorlardı. Ancak yapılan araştırmalar sonucu gerçek gün yüzüne çıktı ve yiyeceklerdeki yağ oranı azaltıldı. Gıda endüstrisi yiyecekleri lezzetli hale getirmeleri gerektiğini düşünüp bu seferde şeker oranını artırdı ve ürünleri piyasaya sürdüler. Böylelikle insanlara, yiyeceklerin zararlı olmadığını düşündürmek istediler. Ancak şeker sağlıklı değildir. Şeker çok acıkmaya neden olur. (Meyve de şeker var ancak bu meyve zararlı demek değildir. Vücudumuzun şekere de ihtiyacı vardır ama bu bizim tükettiğimiz kadar fazla  değil! Asıl zararlı olan şeker endüstri de kullanılan şekerdir. Ama meyvelerdeki gibi doğal şekerleri de gerektiğinden fazla tüketmemek gerekir.)

    Belgeseldeki araştırma ve analizler Amerika üzerine ama aslında sadece Amerika değil diğer bir çok ülkede de obezite sorunları mevcuttur.


    Obezite problemi ülkede yaygınlaşınca doktorlar bunun nedeni üzerinde çeşitli araştırmalar yapıp suçlunun işlenmiş gıdalar ve bu gıdalara sonradan eklenmiş şekeri suçlu ilan etmiştir. Ancak gıda firmaları bunun doğru olamadığını insanların çok fazla kalori alıp bu kalorileri yakacak kadar hareket etmemelerinin bu sonucu doğurduğunu söylemektedir. Bunun üzerine hükümet harekete geçme çağrısında bulunmuş, herkesin spora zaman ayırmasını istemiş. Ancak zamanla bunun çok da işe yaramadığı görülmüş.

    
    Kalori nedir? Kalori değerlerinin aynı olması çeşitli besinlerden alınan kalorileri eşit kılar mı? Yani 1 kalori her zaman 1 kalori midir? 160 kalori kola ve 160 kalori bademin beden üzerindeki etkinin aynı olduğunu söyleyemeyiz. Kola, çok şeker içerir. Bir insan kola içince aynı anda çok fazla şeker almaktadır ve karaciğer bu şekerin tamamını karşılayamaz. Bir kısmını enerji için kullanırken fazla olanında yağa dönüşmesine neden olur ve yağlanmalarda zamanla kilo artışı ve obeziteye neden olur. Bunun dışında şeker çabuk acıkmaya neden olduğundan bireylerin gerektiğinden fazla yemesine de neden olur. Badem ise lifli bir yapıya sahiptir ve bu sebeple yavaş sindirilir ve uzun süre tokluk sağlar. Birey de gerektiğinden fazla yemek yememiş olur. Yani değerleri eşit her kalori aynıdır denilemez. İnsanlar kaloriyi nereden aldıklarına dikkat etmez ve yaptıkları sporun işe yaramadığını düşünür. Ancak asıl bilmeleri gereken gerçek her kalorinin aynı olamadığıdır. 


    İşlenmiş gıdalar bilinenden çok daha fazla etkilidir. Yiyeceklere katılanlar bağımlılık ve daha fazla yeme isteği oluşturur. Yapılan bir araştırmada kokain bağımlısı farelere 15 gün şekerli su verilmiş. Daha sonra kokain ve şekerli su arasında bir seçim yapmaları sağlanmış ve fareler şekerli suya eğilim göstermiştir. Şeker, kokain ve eroin beyinde aynı etkiyi yaratmaktadır. Ve şeker daha fazla bağımlılık yapmaktadır.


    Zayıf insanları, zayıf oldukları için sağlıklı görürüz. Obez bir insanı yağ kütlesi fazla, aşırı kilolu insanlar olarak düşünürüz sadece. Ancak zayıf görünen insanlar da tam olarak sağlıklı denilemez. Metabolik  obezite denen bir şey vardır ve bu da dışarıdan zayıf gözükmesine rağmen içten normal değerlerden fazla yağlı olmak demektir. Dışarıdan zayıf gözükse bile normal bir obezden çok da farklı değildir aslında. Çünkü bu bireylerde zamanla benzer sağlık sorunlarını yaşayacaktır.

   Uzmanlar meşrubatları ve işlenmiş gıdaları 21. yüzyılın tütünü olarak görmektedir. Daha önce tütün konusunda aynı süreçlerden geçildi ve uzun sürse de sonuçta bu çaba başarıya ulaştı. İnsanlar tütünün sebep olduğu sağlık problemlerinin farkına vardı ve onu bıraktı. Ancak günümüzde işlenmiş gıdalar için aynı şey söz konusu değil. Bu böyle devam ederse ilerleye zamanda herkes obez olacak ve sağlık problemleriyle uğraşacak, iş gücü zayıflayacak. Bunun da ne demek olduğunu anlarsınız artık!


    Obeziteden kurtulmak istiyorsak gıdayı üretmek ve tüketme şeklini değiştirmeliyiz. Gerçek ürün pişirmek ve yemek her zaman daha zor gelir. Önemli olan buna adım atmak ve başarmaktır. 





    Ayrıntılarını merak ettiysen sende izle; bilgilen ve çevreninde bilgilenmesini sağla. ✋

                                  👇



    

GERİDE KALAN MERMANAT

           Belgesel,  2015 yılında Rize'nin bir köyünde köyün son sakinlerinden olan Damla, kardeşi, annesi ve Nokta Anne olarak seslen...